Choose Your Color

Tasavvuf Okulu Ders Notları

Tercih

  • 04.09.2022
  • 233

Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin.

Vessalâtü vesselâmü âlâ seyyidina ve mürşidine Muhammedin ve alihî ve sahbihî ecmain.

Bir kimsenin, intisap ettiği bu kutlu yoldan istifade edebilmesi; en temelde, kendisine tarif edilen evrâd ve ezkâra ehemmiyet göstermesiyle mümkündür. Bununla birlikte dikkat edilmesi gereken iki husus vardır;

1. Efendimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine tabi olmak. Nitekim bu husus Ayet-i Kerime'de şöyle ifade edilmektedir; "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir." (Haşr/7)

2. Kamil bir mürşide rabıtaya devam etmektir. Rabıta, manevi birlikteliği canlı tutma hâlidir. Nitekim Rabbimiz (c.c.); "Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun." (Tevbe/119) ayetiyle bizleri ikaz etmektedir.

Bir tarikâte mensup olan kişinin başka bir tarîkate intisap etme meselesi, büyük önem arz etmektedir. Şayet kişinin intisap ettiği zât vefat etti ise, kâmil bir zâta ulaştığında tereddütsüz bir şekilde intisap etmelidir. Şeyhi hayatta iken, teberrüken intisabında bir mahsur yoktur. Ancak rabıta hususunda ilk şeyhine sadakat göstermelidir.

Bu hususu, Es'âd Erbilî Hazretleri şöyle ifade buyururlar; "Bir sâlikin, kemâl sahibi şeyhi hayatta iken, başka bir zâtın terbiyesine dâhil olması edeben uygun değildir. Ancak, O'nun sohbet ve feyzi ile bereketlenmesi niyetiyle caizdir. Ancak diğer şeyhine rabıta yapması uygun değildir. Yüce Rabbimiz (c.c.) Ayet-i Kerime'de; "Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin!" (Ahzâb/41) buyurmaktadır.

Calibi dikkattir ki, ayet-i kerimede, müminler hitabı geçmektedir. Mümin, iç ve dış dünyası ile iman etmiş kimse demektir. Zikretme emri ile kastedilen ise, yalnızca dil ve kalp gibi bir cüz değildir.

Binaenaleyh, kişinin bâtınını oluşturan; kalp, ruh, sır, hafi, ahfa, nefis letaiflerinin zikreder hale gelmesidir. Bu ise ancak kâmil bir mürşidin feyiz ve yardımı ile mümkündür. Sâlik, murâkabe dersine gelinceye kadar rabıtaya devam etmelidir.

Rabıta yapılan zâtın kâmil bir şeyh olması elzemdir. "Kâmil" bir şeyhin ölçüsü ise, söz ve davranışlarında Kur'an ve Sünnet hassasiyeti bulunan ve sohbetlerine devam eden kişinin gönlünde, Allah Sevgisi ve Zikir şuurunun hâsıl olmasını sağlayan kimsedir. Bu ölçü ise, kabiliyet sahibi kimseler tarafından bilinebilir. Nitekim kişinin bu yoldan istifade edememesi, kendi iç dünyası ile alakalı olabilir!

"Böyle bir durumda kişi ne yapmalıdır?" sorusuna, şu misal uygundur; "Hasta olan bir kimse, doktora başvurur, ilaç ve perhizini öğrenir, sonra doktorun söylediklerini tamamen yerine getirir. Fakat hasta istenilen şifaya ulaşamazsa şüphesiz başka bir doktora müracaat eder. Bundan dolayı da ayıplanamaz. Şu da var ki, aldığı emirlere riayet etmediği takdirde kusur ve ayıp kendisine aittir."

Bir sâlik ile mürşidi arasındaki hâl, bu minval üzeredir. Sâlik, mürşidin emir ve yasaklarını titizlikle takip ettiği halde neticeye ulaşamazsa, başka bir mürşit aramakta mazurdur, hatta araması gerekir. Ancak unutulmamalıdır ki, O zâtın yanında istifade edenlerin olması, kusuru kişinin kendisinde aramasını gerektirir.

Tüm bu hakikatlerin kişide tesir etmesinin en önemli şartı kalbin korunmasıdır. Nasıl ki kötü hava dolayısıyla vücut sağlığının zarar görmesi kaçınılmaz ise, gaflet ehli kimselerle bir arada bulunmak, onlarla iletişim halinde olmakta, kişinin kalbinin (manen) zarar görmesine sebep olacaktır.

İtikat ve ibadet hususunda dikkatli olmayan kimseden, kişi ruhi yönden etkilenir. Günümüz dünyasında bu duruma dikkat etmek mümkün olamayacağından, kişiye gereken, devamlı rabıta halinde olmasıdır.

"Sadıklarla beraber olun!" emri gereği; sâlik, fikren ve ruhen mürşidinin kendisi ile her an beraber bulunduğunu düşünmelidir. Bu manevi beraberliğin yanı sıra, mürşid-i kâmil sık sık ziyaret edilerek, halinden istifade edilmelidir.

Vel Hamdü Lillâhi Rabbil Âlemin.