Choose Your Color

Tasavvuf Okulu Ders Notları

Özde Hazine

  • 29.06.2022
  • Ali Ramazan DİNÇ HOCAEFENDİ
  • 378

Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin.
Vessalâtü vesselâmü âlâ seyyidina ve mürşidine Muhammedin ve alihî ve sahbihî ecmain.

Tasavvuf yoluna, halis bir niyet ve edep ile dâhil olan kimselerin bilmesi gereken bazı hususlar vardır. Hak dostları, bu hususları bizlere şöyle bildirmekteler;

1) Mürşid-i Kâmilin Gerekliliği;

Ayet-i Kerimelerde ve Hadis-i Şeriflerde nefsin kötülükleri bizlere beyan edilmektedir. Nefisini ıslah etmeyenler için ise büyük bir azap haber verilmektedir. Kâmil bir mürşidin terbiyesi, bu kötü hasletlerden kurtulmanın en güvenilir yoludur. Nitekim İmam Şa'ranî Hazretleri bu gerçeği şöyle ifade buyurur; "İnsanı, Allah'ın (c.c.) huzuruna selim bir kalp ile çıkmaktan alıkoyan kötü hasletlerden kurtulma yolunu gösterecek bir kâmil mürşide bağlanmanın zaruri olduğuna, cümle Hak Dostları ittifak etmişlerdir."

Bir diğer önemli husus, bu hakikat yolculuğunda, ilmi açıdan kişinin kendini geliştirmesi yeterli değildir. İlmî açıdan kendini geliştirmekle yetinen kişinin misali, tıp ilmi dair bütün kitapları ezberleyip, hangi tedavinin nasıl ve ne zaman uygulanacağını bilmeyen kimse gibidir. Hastalığı sebebiyle müracaat edenlerin söyleyeceği söz "bu adamın tabiplikten haberi yok!" olacaktır. İmam Şa'ranî Hazretleri; "Rasûlullah Efendimiz (S.A.V.) , amel etmediğimiz ilimle kendimizi aldatmamak üzere bizden söz almıştır. Bugün insanların pek çoğu ise amelsiz ilimle kendilerini aldatmaktadırlar." buyurmaktadır. Bu sebeple kişiye gereken, bu ahde sadık kalıp, sözlerinden ziyade hâliyle irşad eden bir kâmil-i mürşidin yoluna girmektir.

Bu hususta Hak Dostları şöyle buyurmuşlardır;

"Hak Dostları ile bir araya gelmeyen fakih, katıksız kuru ekmek gibidir."

(Şeyh’ül-İslâm Zekeriyyâ el-Ensârî Hazretleri)

"İlim öğrenmek isteyen, kâmil bir mürşide bağlanmadıkça kemâle eremez. Çünkü böyle bir kimseyi ilmi mağrur edecek, bu aldanışı ise onun gözüne birçok hakikatleri perdeleyecek ve göstermeyecektir. Kâmil mürşide bağlı olduğu takdirde ise, onu bu büyüklenmelerden ve nefsinin tuzaklarından kurtaracak, doğru yolu gösterecektir. (Aliyyü'l-Havvas Hazretleri)

Kişi ilmi açıdan kendisini geliştirebilir. Mühim olan nokta ise; kişinin ibadet hayatında ilmi ile amel edebiliyor mu? Bu konuda Rabbimizin şu buyruğu ne kadar câlib-i dikkattir; "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan merkep gibidirler. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Cuma/5)

2) Mürşid-i Kâmilde Bulunması Gereken Vasıflar

Kişinin bağlandığı mürşidin âlim, arif, kemâle ermiş ve kemâle erdirmeğe ehil bir kimse olması lâzımdır. Şu hakikat unutulmamalıdır ki; Cenab-ı Allah (c.c.) ilim vermediği kimseye velayet de vermez! Ancak mürşid-i kâmil, zahiri anlamda okumamışta olabilir. Nitekim yüce kitabımız, Peygamber Efendimiz'i (S.A.V.)  tarif ederken ümmi oluşuna dikkatlerimizi çeker.

Ziya Paşa bu hakikati ne güzel ifade eder; Bir mektebe oldu kim Müdavim, Allah (c.c.) idi zatına Muallim.

Muallimi Cenab-ı Allah (c.c.) olan kimselerde ilimde rüsûh sahibi olan kişilerdir. Rabbimiz tarafından okutulmuş mübarek kimselerdir. En azından fıkhi konularda; farz, vacip, sünnet, müstehap konularını bilmelidirler. Kendisine tabi olan kimseler soru sorduğu zaman ona cevap verecek konumda olmalıdırlar.

Ârif (kemale ermiş ve kemale erdirmeye ehil) bir mürşid-i kâmil; evrâd ve ezkâr tarif eder, bununla birlikte sohbet eder. Bir üçüncüsü ve en önemlisi de hâli ile hâllendirir. Sâlik, onun huzurunda bulunduğu zaman, belki ömür istifadesi devam edecek güzelliklere mazhar olur. Nefsin kötü hasletlerinden bu vesile ile kurtulur. "Bu mübarek yola girmekteki engeller nedir?" diye sorulduğunda bu sorunun cevabı şu şekildedir; nefsin arzu ve istekleridir. Bunlar ise; riya, kibir, benlik, hırs, dünya sevgisi, cimrilik gibi kötü hasletlerle zuhur eder. Bunlardan kurtulmanın yegâne yolu kalp huzurudur. Nitekim ayet-i kerimede; Bunlardan kurtularak kalp huzuruna ermek için kalp huzuru oldukça önemlidir.

Bu konu Ayeti Kerime'de şöyle ifade buyrulur; "Ey kâmil bir iman ve sâlih amellerle huzura ermiş nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Dürüst ve samimi kullarımın arasına katıl ! Cennetime gir ! (Fecr/27-30)

Kalp huzurundan bahsedilince akla, nefsin mutmainne (durulmuş, süzülmüş nefis) sıfatı gelir. Bu makama ulaşmak, bir dağı tırmandıktan sonra düz bir yola erişmek gibidir. Yahut müridi bir vagona benzetirsek, şeriat ve sünnet-i seniyye raylarının üzerine vagonu koymaktır. Elbette her vagonun bir lokomotifi vardır. Lokomotif ise mürşid-i kâmildir. Bu yol ancak bir mürşid-i kâmile intisap ile aşılabilir. Bilinmelidir ki, kişi kendi gayretiyle emmâre, levvâme ve mülhime makamlarını geçebilir. Ancak mutmainne makamında yardıma ihtiyaç vardır. Mürşid-i Kâmillere bu yollar açılmıştır yolun bütün inceliklerini bilmektedirler.

3) Mürşid-i Kâmile Karşı Gereken Niyet ve Edep

Mürid, irade sahibi, isteyen demektir. Müridin gerçekte muradı ve matlubu Allah’tır (c.c.). Mürşid, müridi muradına götüren zâttır. Mürid, şeyhini muradı ve matlubu olarak görürse -Allah korusun- şirke düşer. Gerçekte murad olunan ancak Allah'tır (c.c.). Mürşid, bu yolda müride yol gösterir.

Ayet-i kerimede bu husus, ashabını Allah'a götüren bir mürşid bulunan Rasûlullah'a (S.A.V.)  hitaben açıkça şöyle bildirilmiştir; Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının ziynetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme. (Kehf/28)

Bu yola girerken asıl gayemiz unutulmamalı, daima gönlünden geçen düşüncelerin muhasebesi yapılmalıdır. "Ben bu yola ne için girdim?" sorusu akılda diri tutulmalıdır.

Şeyh Mustafa Hulusi Efendi Hazretleri, Esâd Erbilî Hazretlerinin huzurunda bulunduklarında; "Şeyhim bana hangi kerametleri gösterecek?" gibi bir düşünce oluşur. Esâd Erbilî Hazretleri buyururlar ki, “Mustafa Efendi! Sizin delaletinizle bir kişinin hidayete erişmesi, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır!” Yol kılavuzumuz, "O 'nu (c.c.) bulan neyi kaybeder! O'nu (c.c.) kaybeden neyi kazanır?" olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, "Benim şeyhim beni kurtarır!", "Şeyhim bana hidayet etti!" düşüncesi büyük bir yanılgıdır.

Bu hakikat Ayet-i Kerime'de; "Resulüm! Sen sevdiğini doğru yola erdiremezsin, lâkin Allah dilediğini doğru yola eriştirir." (Kasas/56) şeklinde ifade edilmektedir.

Mürşid-i Kâmil ancak hidayete vesiledir, vasıtadır. Mürşid-i Kâmil, karanlık bir gecede, yolumuzu aydınlatan kandil gibidir. O ışıktan faydalanıp, yürüyecek olan kişinin bizzat kendisidir. Mürid, dilediğini doğru yola erdiren, dilediğini saptıran olarak ancak Allah'ı görmelidir. Bu mertebe, mertebelerin en yükseği olup Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) mertebesidir. Hazret-i Peygamber (S.A.V.)  ile beraberlikten hiç ayrılmayarak, dinin hakikatlerini öğrenen Hz. Ebû Bekir (r.a.), Rasûlullah'ın (S.A.V.)  vefatıyla Müslümanların arasına fitne düşünce buyurmuştur ki: "Kim Muhammed'e tapıyor ise bilsin ki Muhammed (S.A.V.)  vefat etmiştir. Kim de Allah'a (c.c.) tapıyorsa bilsin ki Allah (c.c.) Hayy'dır ve ölmez!" Bu sebeple, bu yolda gayret şarttır.

Abdülganî Nablûsî Hazretleri; Müridin, Allah'a giden yolda, mürşidini Allah'ın (c.c.) kapılarından bir kapı (Bâbu'llah) olarak görmesi, müridliğin ilk mertebesidir buyurmuşlardır.

Şeyh Muhammed el-Bekrî Hazretleri, Rasulullah Efendimizi (S.A.V.)  tarif ettikleri bir beyitlerinde; "Sen Allah'ın kapısısın ya Rasûlallah (S.A.V.) ! Kim o kapıya varır ise sensiz huzura giremez!" buyururlar.

Mevlânâ Celâleddîn Rumî Hazretleri, mürşidi Şems-i Tebrîzi hakkında: "Mürşidim Hakk'ın kapısıdır. Çünkü Hakk'a onunla vasıl oldum" buyururlar.

Bir diğer önemli husus, Cenâb-ı Allah'ı (c.c.) arayan, her şeyi kendi mürşidi bilir. Yeryüzüne ibret ve tefekkür nazarı ile bakar. Her an uyanık bulunur. Eğer bu hâlini muhafaza ederse, bu hal onu Allah'a (c.c.) vasıl eder.

Nitekim Muhyiddin İbn-i Arabî hazretleri, "Rabbimizi zikretmeyen hiçbir varlık yok!" buyurarak, kâinata bakış açımızın nasıl olmasına dikkatlerimizi çeker.

Bu hususta, Hz. Ebû Bekir Hazretlerinin şu sözü ne kadar câlib-i dikkattir; "İnsanları iki sınıf gördüm, bir kısmı dünyanın müridi, bir kısmı ukbânın. Ben ise Mevla'ya kulluğu tercih ettim" buyurmuşlardır. O'nun Rasulullah’dan (S.A.V.)  hiç ayrılmadan sürdüğü hayatı ise bu sözünün ispatı durumundadır.

4) Mürşid-i Kâmil'den İstifade İçin Gereken Nefsi Islahta Gayret;

Nefsin hastalıklarının ilacı şu şekilde reçete edilmektedir; dünya sevgisinden, kibirden, kendini beğenmekten, riyakârlıktan, insanlara kin beslemekten, hasetten, düşmanlıktan, ikiyüzlülükten ve bunlar gibi kötü huylardan temizlenmektir. Bu hastalıklardan arınmak kolay bir şekilde gerçekleşmez. Tedavi için; gayret, sabır ve çaba gerekmektedir. Mürşid-i Kâmil tarafından tarif edilen evrad ve ezkâr ise gönlü bu hastalıklardan temizlemek içindir.

Bilinmelidir ki, bütün bu manevi hastalıkların en tehlikelisi, dünya sevgisidir. Nitekim Rasulullah Efendimiz (S.A.V.)  şöyle buyurmaktalar; "dünya sevgisi bütün hataların başıdır" (Aclûni, Keşfü'l Hafâ,1099) Kişinin kemal mertebesinde ki derecesi de bu husus ile belli olur.

Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber (S.A.V.)  Zeyd bin Hârise'ye (r.a.) sordular: “Ya Hârise! Nasıl sabahladın?” Hârise (r.a.),“Hakiki bir mümin olarak!” cevabını verdi. Bu defa Hazret-i Peygamber (S.A.V.) :“-Ya Hârise! Senin imanının hakikatinin delili nedir?” dedi. Hârise (r.a.) : “Ya Rasûlallah! Nefsimi dünyadan çektim. O kadar ki dünyanın taşı ile altını, çamuru ile gümüşü, (gam ile süruru) bana müsâvî oldu. Gecelerimi uykusuz, gündüzlerimi susuz geçiriyorum. O hâle geldim ki şimdi Rabbimin arşını aşikâr bir şekilde görür gibiyim…” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (S.A.V.) : “Tamam ya Hârise! Gönlünü bu hâliyle muhafaza et! İşte istikâmet budur!” buyurdular. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 57)

5) Allah'a Vasıl Eden En Kısa Yol

"Hadîka" isimle eserde buyurulur ki: "Bütün bu tarikatlar, Allah'a götürmesi bakımından birbiri ile denktir. "Ancak hangisi daha kolay ve kısa yoldan Allah'a vasıl eder?" yönüyle ele alınırsa en yakın ve en kolay yol Nakşibendî mürşidlerinin gösterdikleri yoldur. Çünkü bu yolun temeli, tasarruf ve cezbedir. Cezbe, bağırmak gibi abartılı haller değildir. Allah'ın sevdiği kulu, kalbinden perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olmadan yakîn nuru ile kolayca manevî makamlara yükseltmesidir. Tıpkı, şelale gibidir. Belki küçük bir su birikintisidir, ancak sesi fazlacadır. Ne zaman ki bir ırmağa veya denize kavuşursa, ses çıkarmaz. O cezbe hâli denize kavuşma hâlidir. Rasûlullah'ın (S.A.V.)  hakiki vârisi olan Mürşid-i Kamil, müridi böyle terbiye eder.

Tasarruf ve cezbe bu yolun başlangıcıdır. Rasûlullah Efendimiz'in (S.A.V.)  şu hadis-i şerifi bu mevzunun esasıdır; "Allah-u Teâlâ benim sadrıma neyi koymuşsa, ben de aynen Ebû Bekir’in sadrına aktardım." (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 419)

Bu sebeple, Hazret-i Ebu Bekir (r.a.), bu yolu Rasûlullah'a (S.A.V.)  bağlayan halkadır. Tamamı ile şerefli olan bu mübarek yol, Rasûlullah’ın (S.A.V.)  sünnetine sarılmak, bidatlerden sakınmak, azimet ile amel (kolaylığa kaçmamak), bütün kötülüklerden uzaklaşmak, güzel ahlâk ve faziletlerle süslenmek üzere bina edilmiştir. (Cuma/5)

Hakkın, hakikatin ve dinin yüceliğini; fazileti ile gösteren Şah-ı Nakşibend Hz.lerinin, "Yolumuzdan yüz çeviren kimse, dinen büyük bir tehlikededir!" sözünün manası bu gerçeği ortaya koyar.

Bu yolun özelliklerinden biri de başlangıçta bir lezzet, türlü nâiliyetler olmasına rağmen, sonunda lezzetin yok olup mahrumiyettin gelmesidir. Hâlbuki diğer tarikatlarda başlangıçta lezzet yoktur, son menzillerde vardır.

Aşk ve şevk azaldığı durumlarda, kişiye gereken; "Allah'ım! Ben ibadeti, tat ve lezzet için değil, senin rızan için yapıyorum." itirafında bulunmasıdır. Rabbimize karşı acziyyeti ifade etmesi, kişinin terakki etmesidir.

Bu yolun özelliklerinden biriside, en kısa yol olmasıdır. Âdâbına riayet edenin menzil-i maksuduna ulaşacağında şüphe yoktur.

Yine Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur: "Yolumuz en kısa yoldur, Allah'tan (c.c.), beni kendisine vasıl edecek bir yol istedim, istediğimi verdi.”

Bu hususta Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin şu sözü gönüllere nakşedilmelidir; "Bu yol, böyle müstesna iken nasıl olur da saliki Allah’a vasıl etmez? Nasıl olur da sonu başında dürülü olmaz? Ancak, bu yola girip de istikamet üzere bulunmayan ve gayret göstermeyen kimse her zaman mahrum kalacaktır.

Gören bir göz olmadıktan sonra güneşin günahı ne?
Sâlik noksan bir adamın eline düştü ise tarikatın günahı ne?

Vel Hamdü Lillâhi Rabbil Âlemin.